| Her dilde olduğu gibi, İngilizcede de kelimelerin başına veya sonuna getirilerek, onların manasını değiştiren küçük ekler vardır. Bu ekler, eğer kelimenin başına getirilirse (prefix — pri’fiks) önek, sonuna getirilirse (suffix — safiks) sonek denir. Bu kitabın çerçevesine uygun olarak, onların en önemlilerden beş tanesini veriyoruz: — less des) — ness (nes) — un (an) Iy : bir sıfatın sonuna getirildiği zaman, o sıfat nitelik zarfı olur. Türkçede çok kez (ce) soneki ile anlatılır: deli—delice gibi. |
| brave — cesur; | bravely—cesurca |
| short—kısa; | shortly—kısaca. |
| great—büyük; | greatly—büyükçe. |
| slow—yavaş; | slowly—yavaşça. |
| kind—nazik; | kindly—nazikçe. |
| easy—kolay; | easily—kolayca. |
| sweet—tatlı; | sweetly—tatlıca. |
| ful: bir kelimenin sonuna gelince, (doluluk) ve (çokluk) anlatır. |
| doubt—şüphe; | doubtful—şüpheli. |
| colour—renk; | colourful—renkli. |
| joy—neşe-, | joyful—neşeli |
| power—kuvvet; | powerful—kuvvetli. |
| fruit—meyve; | fruitful—meyve dolu. |
| truth—hakikat; | truthful—hakikatli. |
| les: bir kelimenin sonuna takılan bu sonek (eksiklik), (azlık) anlatır. |
| power—kuvvet; | powerless—kuvvetsiz. |
| sleep—uyku; | sleepless—uykusuz. |
| harm—zarar; | harmless—zararsız. |
| cloud—bulut; | cloudless—bulutsuz. |
| doubt—şüphe; | doubtless—şüphesiz. |
| end—son; | endless—sonsuz. |
| colour—renk; | colourless—renksiz. |
| worth—değer; | worthless—değersiz. |
| ness: bu sonek hal, durum anlatır. Bu şekil Türkçede (lik) soneki ile yapılır. Deli-—delilik gibi. |
| good—iyi; | goodness—iyilik. |
| happy—mutlu; | happiness—mutluluk. |
| high—yüksek; | highness—yükseklik, |
| blind—kör; | blindness—körlük. |
| clean—temiz; | cleanness—temizlik. |
| hard—sert; | hardness—sertlik. |
| cheap—ucuz; | cheapness—ucuzluk. |
| un : bir kelimenin önünde, (değil) manasına gelir. Türkçede ekseri (..sız) sonekiyle anlatılır. |
| able—erkli; (kudretli) unable—erksiz | |
| necessary—lüzumlu; | unnecessary—lüzumsuz. |
| kind—nazik; | unkind—nazik değil, nezaketsiz. |
| closed—kapalı; | unclosed—kapalı değil, açık. |
| happy—mutlu; | unhappy—mutsuz |
| truth—hakikat; | untruth—hakikat değil, yalan |
| paid—ödenmiş; | unpaid—ödenmiş değil, ödenmemiş. |
| to do—yapmak; | to undo—bozmak (yapılan şeyi bozmak). |
| care — dikkat |
| careful | dikkatli |
| carefully | dikkatle |
| carefulness | dikkatlilik |
| careless | dikkatsiz |
| carelessly | dikkatsizce |
| carelessness | dikkatsizlik |
| happy — mutlu |
| happily | mutlu olarak |
| happiness | mutluluk |
| unhappy | mutsuz |
| unhappily | meyusça mutsuzca |
| unhappiness | mutsuzluk |
| aware (e’uer) haberdar, farkında, bilir; beauty (biu’ti) güzellik, bus (bas) otobüs, beside (bi’sayd) yanında, delight (di’layt) sevinç, kıvanç. feel, to (tu fîl) duymak, sezmek. intend, to (tu in’tend) niyet etmek. | joy (coy) neşe, sevinç, lucky (la’ki) şanslı, mercy (mör’si) merhamet, aman, af. occupant (ok’kiu’pent) işgal eden. on top (an top) tepesinde, pity (pi’ti) acıma, pleasant (plî’zant) hoş. presence (pri’zens) mevcudiyet. |
| Your visit is a most agreeable surprise to me. | Ziyaretiniz benim için hoş bir sürpriz oldu. |
| I must put up with it. | Buna katlanmalıyım. |
| You need not trouble about him. | Onun (erk.) için üzülmeyin. |
| That is nothing to the purpose. | Bu başka bahis. |
| I am aware how lucky you are. | Ne kadar talihli olduğunuzun farkındayım. |
| EGZERSÎZ 52 —- Aşağıdaki kelimeleri (nitelik zarfı) şekline koyunuz. Örnek: easy—easily. easy — sweet — pleasant — violent —- safe — bad — sure — wise. EGZERSÎZ 53 — Aşağıdaki kelimeleri (doluluk), (çokluk) anlatan şekle koyunuz. delight — use — pity — right — beauty — mercy. EGZERSÎZ 54 — Aşağıdaki kelimeleri zıt anlam şekline koyunuz. aware — certain — to dress — fair — lucky — natural — ready. |
| EGZERSİZ 55 — Aşağıdaki kelimeleri (eksiklik), (azlık) anlatan şekle koyunuz. heart — father — mercy — name — friend — voice — mother. |
| OKUMA A clever answer. One day, a woman was sitting on the top of a bus, when a workman sat down beside her and began to talk to her. Feeling annoyed at the man’s presence, she turned to him and said: “Look here, if you wex’e my husband, do you know what I would do with you?” “No I don’t, but I would like to know.” “Well,” said she, “I would give you poison.” “And do you know what I would do if you were my wite?” asked the man. “No,” said the woman, “what could you do?” “Well, I would take the poison…” |
| No need for the match. One day, Sandy was in a train whose only other occupant was an Englishman. He lit a cigarette. Suddenly the other began to search in his poc kets. Not finding what he wanted, he said: “Please, would you give me a match, sir?” Sandy took one match out of his box and put it beside the Englishman. |
| The latter continued to search, and said: “Well, I have left my cigarettes at home,..” “If that it so”, said Sandy, “you won’t need the match.” And he put it back into the box. |
| on the top: tepesinde, üstünde — on the top of the bus: otobüsün üst katında. feeling annoyed (fîl’ing a’noyd): rahatsız olan — feeling annoyed at the man’s presence: adamm varlığından rahatsız olan. what I would do: ne yapardım. I would like to know: bilmek isterdim. I would take the poison: zehiri içerdim. he lit lit): to light (tu iayt), yakmak — fiilinin geçmiş zamanıdır. whose only other occupant: tek yolcusu olan. out of his box : kutusundan. if that is so: öyle ise (idiom). you won’t need: you will not need — ihtiyacınız olmayacak. |
https://blog.ingilizceceviri.org/32nd-lesson-32-nci-ingilizce-ders